Aristotelesçi fizik ve metafizik anlayışlarının çökmesi ile beraber yeni fiziğin temellendirilmesini önce Descartes ve Leibniz gibi rasyonalist filozoflar üstlendi. Fakat bazı filozoflara göre artık rasyonalizmin çağı bitmiş, a priori bir fizik ve metafizik anlayışı Aristoteles ile gömülmüştü. Artık dünyayı farklı şekilde anlamalı, bakış açımızı tamamen değiştirmeliydik. Kendilerine empristler diyen bu filozofların başında gelen Locke, kendi çağının rasyonalist filozofları olan Leibniz, Descartes ve Spinoza’yı kıyasıya eleştirip yolumuza emprizm ile bakmamız gerektiğini iddia etti.
John Locke’un Hayatı
29 Ağustos 1632’de hayata gözlerini açtı. İngiltere’nin günümüzdeki yönetim yapısını şekillerinden olaylarla dolu olan — İç Savaş, Şanlı Devrim, Restorasyon vb. — bir dönemde yaşadı. Annesini çok küçük bir yaşta; taşralı bir avukat ve İç Savaş yıllarında Parlamento Ordusu’nun subayı olan babasını ilk gençlik yıllarında kaybetti, Ailesi de kendisi de hiçbir zaman pek de zengin olmadı. İlk eğitimini özel olarak aldıktan sonra, Westminster School’a gitti, Orada klasik dilleri öğrendi ve bilime dair bir merak edindi. Westminster’ın ardından, Oxford Christ Church College’a kabul edildi. Üniversitenin standartlarına ve atmosferine çok sert eleştirilerde bulunmuş olmasına rağmen, orada önemli dostluklar edindi. Üniversite yıllarında Puriten ve Royalist hocaların, aynı zamanda da Descartes felsefesinden ciddi anlamda etkisi altında kaldı. Krallık yönetimine dönüldüğü yıl, Christ Church’te özel öğretmenliğe başladı ve aynı anda tıp eğitimini sürdürdü. Her ne kadar tıp eğitimini hiçbir zaman tamamlamamış olsa da, tıp bilgisinin büyük faydasını gördü. Sonraları bu tıp eğitimi sayesinde Shaftesbury I. Kontu olan Lord Ashley’nin önce tıbbi, ardından da genel konularda özel danışmanlığına getirildi. Bu sayede de bir ideal ve fikir birliğine dayanan Lord Ashley ile olan dostluğu başlamış oldu. Bu dostluğun ilk yıllarında Locke, epistemoloji, metafizik gibi konularda temel fikirlerini yazdığı İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme’nin başlıca tezlerini formüle etti.
Kont, yaşadığı bazı siyasal olaylardan dolayı Hollanda’ya sığındıktan çok kısa bir zaman sonra Locke da, yedi yıl boyunca sürgün hayatı yaşayacağı Hollanda’ya gitti. Sürgünün ilk iki yılı zorluydu. 1683 yılında Kont’u, 1684 yılında ise Oxford Christ Church College’tan atıldı. Bunca sıkıntıya rağmen Liberal atmosferin hakim olduğu Hollanda’da siyasi bağlantılarını korudu ve 1688’deki kansız devrimin hazırlıklarına iştirak etti. Devrimin arka planında kalmayı tercih eden fikir lideri oldu. Devrimin hemen ertesinde İngiltere’ye döndü ve siyaset felsefesi alanındaki temel metinleri olan Hoşgorü Üstüne Bir Mektup ile Hükümet Üzerine İki İnceleme’yi yayınladı. İzleyen yıllarda ise Lady Masham ve ailesiyle beraber emekli kabul edilebilinecek bir hayat yaşamaya başladı. Ancak tüm bu pasifliğine rağmen Locke halen daha etkisini ciddi anlamda hissettiriyordu, öyle ki İngiliz eğitim sisteminde büyük bir reforma yol açan Eğitim Üstüne Düşünceler isimli kitabını bu yıllarda yazdı. Politikayla ilişkisini ömrü boyunca hiç kesmedi.
John Locke’un Epistemolojisi
John Locke, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme isimli eserinin girişinde, öncelikle bu tarz bir epistemolojik sistemin neden gerekli olduğunu, daha doğrusu kendisinin neden araştırdığı sorusunu yanıtlarken temelde insanı diğer duyarlı varlıklarından ayıran şeyin anlık olmasını ve bu anlık üzerine yapılan bir araştırmanın, başka şeyler üzerine düşünürken bize bir üstünlük sağlayacağı fikrini kullanır. Bu araştırmasında da şu üç aşamalı yöntemi kullanacağını söyler: İlk olarak, insanın gözlemlediği ve zihninde bilincine vardığı idelerin kaynağını ve anlığın bunları edinmesi incelenecek. İkinci olarak, anlığın bu idelerle hangi bilgiyi edindiğini, bilginin kesinlik derecesini, kanıtını ve kapsamı gösterilecek. Son olarak da, inanç ve sanının doğası ve temelleri araştırılacaktır. Girişte belirttiği bu fikirlerin ardından, insan zihnindeki idelerin kaynağını incelemeye ve meşhur “Tabula Rasa” görüşünün temellenmesini sağlayacak rasyonalizm eleştirisine başlar.
Doğuştan İdeler Yoktur!
Locke’a göre rasyonalizmdeki en temel kanıtlama, insanların kurgusal ve pratik ilkelerde genel bir kanıya sahip olduğudur. Locke bu noktada, bu tarz bir kanıtlamanın geçerli olsa bile insanların genel kanısı olamayacağını, ayrıca genel bir kanı olsa dahi bunun doğuştan olduğunu gösteremeyeceğini söyler. Bu noktada da Locke, eleştirisine özdeşlik ilkesi ve çelişmezlik ilkesi üzerine genel bir kanı olmadığı görüşüyle devam eder. Elbette Locke, bu ilkelerin yanlış olduğunu iddia etmemiştir, onun eleştirisi bunların doğuştan olduğuna dairdir. Locke bu konuda ilk eleştiri olarak budalalar ve çocukların, bu ilkelere ilişkin en ufak bir kavrayışının, fikrinin vb. olmamasını sunar. Eğer bu ideler doğuştan olsaydı, çocuklar ve budalaların da bu konuda bir kavrayışının olması gerekirdi. Locke, zihinde, zihnin kendisinin de algılamadığı, farkında olmadığı, kavramadığı bir idenin “basılmış” olduğu fikrini çelişkili görür. Zira ona göre basmak, belli doğruları algılanabilir kılmaktan başka bir şey olamaz, zira aksi takdirde zihne belli bir şeyi zihnin algılamadığı bir biçimde basmak saçma olacaktır. Buradan da Locke, idelerin doğuştan bir şekilde zihinde bulunmasının çelişkili olduğu sonucuna varır. Locke bu noktada bir diğer kanıtlama olan insanların doğuştan olduğu iddia edilen idelerin hemen kabul ediliyor oluşunu eleştirir. Bu kanıtlama, çocukların dahi doğuştan olduğu söylenen önermeleri anlar anlamaz onaylamasından, idelerin doğuştanlığına vararak sunulur. Locke’un bu kanıtlamayı çürütmek için kullandığı delil ise, bu önermeden idelerin doğuştanlığına varılması durumunda, binlerce başka idenin de doğuştan olduğunun kabul edilmesi gerektiğidir. Bir iki daha üç eder, tatlı acı değildir gibi. Ki bu tarz idelerin doğuştanlığını kabul etmek de, mesela tatlı acı değildir önermesinde, tatlara ilişkin olan ideleri, ak kara değildir gibi bir önermede ise renklere ilişkin idelerimizin bütününün doğuştan olması gerekir. Locke da bu tarz bir aşırıya kaçışı, hiçbir kimsenin kabul etmeyeceğini düşünür. Eğer buna karşıt olarak da, bu gibi idelerin zihinde örtük biçimde bulunduğu iddia edilirse Locke’a göre, bu ifadenin tek anlamı zihnin böyle önermeleri anlamaya ve benimsemeye yetkin olduğudur. Ki bu da Locke’a göre yukarıdaki eleştiriyi hiçbir biçimde açıklamaz. Tüm bu çürütmelerin ardından Locke, nispeten alay eder bir tarzda, bebeklerin herhangi bir konuya ilişkin bilgisini çelişmezlik, özdeşlik vb. ilkelerden kaynaklandığını kimsenin iddia edemeyeceğini söyler. Bunlar kurgusal idelerin çürütülmesidir. Pratik yani ahlaka ilişkin olan idelerin çürütülmesi ise nispeten daha farklı bir tarzdadır. Burada temel iki kanıt bulunur:
1. Erdemlerin genel onayı, doğuştan olmasından değil, pratik olmasından kaynaklanır. 2. Pek çok ulus pek çok ahlak kuralını kabul etmez. İlkine ilişkin Locke doğrudan bir tanıt sunmasa da, biraz düşünüldüğünde muhtemelen kabul edilecektir. İkincisine ilişkin ise Locke, gelebilecek potansiyel bir “Kurala uyulmaması, kuralın doğuştan olmadığnı kanıtlamaz.” çürütmesine karşın — ki bu eleştiri doğru olsaydı şayet, Locke’un felsefesi de kurgusal ilkelerin doğuştanlığına ilişkin sunduğu çoğu eleştiri ile aynı kadere sahip olurdu — bütün bir insan topluluğunun karşı çıkmasının, şayet onlar bu ilkeleri biliyorsa olası olmadığını söyler. Tüm bu eleştirilerin ardından Locke, “Tabula Rasa” yani zihnin doğuşta hiçbir ideye sahip olmadığı fikrine varır. Bunların ardından ise Locke’a düşen idelerin türetilmesi, doğası gibi konuları açıklamaktır.
2. Basit ve Karmaşık İdeler Basit ideler, herhangi bir belli duyumdan kaynaklanan yalın idelerdir. Örneğin, bir insan masayı kavradığında her ne kadar masayı duyuları aracılığıyla bir bütün olarak kavrasa da, duyuları ayrı ayrı bir çok şeyi deneyimler. Masanın pürüzlü olduğu, masanın beyaz renkli olması vb. olgular ayrı duyular tarafından deneyimlenir, işte bu deneyimlerin bize tek başlarına verdiği ideler basit idelerdir. Bu ideleri zihin türetemez, zira zihin ide türetebilmek için zaten bu basit idelere ihtiyaç duymaktadır. Karmaşık ideler ise, zihnin edinmede basit ideler gibi edilgen olmadığı, tam tersine zihnin bizzat basit ideleri kullanarak ürettiği idelerdir. Misal yukarıdaki masa örneğinde masadan duyu verileriyle edinilen beyazlığı, pürüzlülüğü vb. basit idelerken, zihnin bunları sentezleyerek oluşturduğu masa, karmaşık bir idedir. Locke’a göre bu karmaşık ideler, üç ayrı türe ayrılır:
1. Kipler. 2. Cisimler. 3. Bağıntılar.
Kipler, kendiliğinden var olma olasılığı taşımayan, ancak cisimlerin eklentileri olarak kavranabilecek idelerdir. Üçgen idesi misal, bu tarz bir idedir. Kipler de yalın ve karışık olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlardan yalın olanlar belli bir tür kipi yineleyerek oluşturulur. Misal sayılar yalın kiplerdir, üç idesi birin yalın bir kipidir. Karışık kip ideleri ise, çeşitli yalın ideleri birleştirmeden kaynaklanır. Örneğin ilkel bir kabiledeki bir inanışa göre, bir kız çocuğunu öldürmek cinayet olmasın. Ancak bizim çağımızda bu, bir kişi kasıtlı olarak öldürüldüğü için cinayet deriz. Burada cinayet idesi, bileşik bir kip idesi olup — zira cinayet olarak adlandırılan pek çok olayın birleştirilmesinden oluşmuş tek bir idedir — zihne bağımlıdır, işte bu da karışık kip idelerinin zihne bağımlı olduğunun kanıtıdır. Cisim ideleri ise, kendiliğinden var olan tikel şeyleri temsil eden basit idelerin birleşimidir. Bu cisim idelerinin başında ise Locke’a göre her ne kadar bilinmese de inanılan töz idesi gelir. Misal Locke’un örneğine göre töz idesine belli bir soluk rengin basit idesi, belli derecede ağırlık, işlenebilirlik, eriyebilirlik vb. eklenirse, kurşun idesi elde edilir. Bu cisim ideleri de iki türde bulunur, ilki tek tek cisimlerin misal bu kurşunun idesi, ikincisi de bunların bir çoğunu barındıran toplu idelerdir. Sonuncusu olan bağıntı ideleri ise, bir idenin başka bir ideyle kıyaslanması, ölçülmesi gibi şeylerden oluşan idelerdir. Misal baba oğul, daha büyük veya daha küçük, neden ve etki gibi karşılıklı ilişkileriyle belirlenen ideler bağıntı idelerdir. Locke, bunlar gibi bağıntı ideleri olduğu dilden kaynaklı apaçık anlaşılmayan daha başka pek çok idenin de bağıntı idesi olabileceğini söyler.
3. Neden-Etki, Özdeşlik ve Diğer Bağıntılar3.1. Neden-Etki
Neden-etki bağıntısı Locke’a göre, belli başlı olguların sürekli bir biçimde değiştiğinin ayrımına, ve bu değişimlerin veyahut başka bazı varlıkların başlayışının başka bir varlığın etki ve işlemine bağlı olduğunu gözlemleriz. İşte buradan neden ve etki ideleri türer. Bir yalın ya da karmaşık ide üreten şey neden, üretilen şeye ise etki denir. Mesela Newton elmayı yere fırlattı ve Leibniz’in kafasına değdi, cümlesinde neden Newton’un elmayı yere fırlatması iken, etki ise değme işlemidir. Leibniz’in kafası ise bu etkiden etkilenen öznedir.
3.2. Özdeşlik ve Başkalık
Biz, hiçbir zaman aynı türden iki şeyin aynı anda aynı yerde aynı şekilde vb. olduğunu deneyimlemediğimiz için ve bu durumun oluşunu da kavrayamadığımız için, belli bir anda belli bir türden bulunan bir şeyin, diğer başka şeylerden kendini ayrıştırdığını ve orada yalnız başına olduğunu kabul ederiz. İşte bu kabul de bize, özdeşlik ilkesini verir. Bu noktada belli bir insanın özdeşliği konusu ayrı bir öneme sahiptir, zira bir insan her bir anında değişim gösterir. Duygularımız, fikirlerimiz, bedenimizin durumları vb. hiçbir zaman aynı kalmaz. Ancak John Locke dediğimizde tek bir kişiden bahsediyoruz, binbir farklı John Locke olduğunu hiç kimse söylemez. Ancak binbir farklı halin, tek bir John Locke olduğu konusunda, herkes hemfikirdir. İşte Locke’a göre bu özdeşliği sağlayan şey, tüm bu değişimlerin, belli bir sürekli yaşamı paylaşmasından kaynaklanır. Örneğin yukarıda dediğim duygularımız, fikirlerimiz, bedenimizin durumları vb. hiçbir zaman aynı kalmaz, cümlesinde gizli özne olarak bir ben bulunur, ve cümledeki aynı kalmayan tüm her şey, o gizli özne olan “ben”öznesinde aynı kalmaz, sürekli onun içinde bir değişim bulunur, işte bu da insanın özdeşliği ilkesinin türetilişidir.
3.3. Diğer Bağıntılar
Bu diğer bağıntılardan ilki oran bağıntısıdır. Nesnelerin birbirlerine kıyasla herhangi bir konuda durumunun ne olduğudur. Örneğin bir armut, bir elmadan daha ekşidir cümlesindeki daha ifadesi, oran bağıntısının karşılığıdır. İkinci bağıntı olan doğal bağıntılar ise, şeylerin herhangi bir konuda birbiriyle ölçüşmesinin derecesidir, örneğin baba, oğul, kardeş, hala vb. arasındaki bağıntı, bunların soy ortaklığına dayanır. Üçüncü bağıntı olan kurumlaşmış bağıntı ise, doğal bağıntıların yapı olarak aynısı olsa da, değişebilir ve yapay olan halleri gibi düşünebilinir. Yurttaş kavramı misal, herhangi bir yerde belli ayrıcalıklara hak kazanmış kimsedir. İşte bu tür bağıntılar, kurumlaşmış bağıntılardır. Dördüncüsü olan ahlak bağıntıları ise, insanın herhangi bir istençli eyleminin belli bir kurala uyup uymaması durumudur. Elbette bağıntılar, sonsuz sayıdadırlar ve hepsini anlatmayı da doğal olarak Locke yapmamış olup, yukarıda saydığımız önemli bağıntı idelerini anlatmakla yetinmiştir.
Sonuç
Elbette “İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Deneme” isimli eserin felsefede yaptığı devrim, idelere ilişkin anlattığı şeylerin tümünü bu görece kısıtlı yazıda anlatmak pek mümkün değildir. Ancak kısaca Locke’un devrimini özetlemek gerekirse — elbette epistemoloji anlamında — bunları şu şekilde söyleyebiliriz: Locke, kendinden önceki rasyonalist geleneğin genel kanıya göre “aşılmasını” sağlamış ve tabula rasa öğretisiyle beraber doğuştan ideler kuramını çürütmüştür. Bu bağlamda Locke, kendinden sonra gelecek Berkeley ve Hume’u, ve Hume dolayımıyla da Kant’ı etkilemiştir. Berkeley üzerinde özellikle burada değinmediğimiz varlığa ilişkin birincil ve ikincil nitelik ayrımı görüşleriyle, Hume’u ise doğuştan ideler ve bu görüşün dolayımıyla nedensellik konusunda etkilemiştir. Ayrıca Locke, elbette bu görüşlerini bir anda havadan almayıp, özellikle Bacon’dan etkilenmiş olduysa da, Bacon’dan çok daha fazla etki oluşturmuş ve emprizmin felsefe çevrelerinde genel kabul görmüş olmasını sağlamıştır. Ayrıca Locke, Leibniz gibi pek çok filozofun doğuştan ideler konusunda bu eleştirileri cevaplama zorunluluğuna çağırmıştır — her ne kadar Leibniz’in eleştirileri dair çağdaşı hiçbir eleştiriye cevap vermemiş olsa da -. İşte bu gibi etkilerden dolayı Locke, felsefe tarihinde mutlaka okunması gereken ve kendinden sonraki geleneği anlamak için gerekli olan bir figürdür.
KAYNAKÇA: John Locke, İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme, KABALCI YAYINLARI (çev. Vehbi Hacıkadiroğlu) Deniz Soysal, İdeler ve Tanrı & Bir 18. Yüzyıl Felsefesi Öyküsü, SAY YAYINLARI John Locke, Hoşgörü Üstüne Bir Mektup, LİBERTE YAYINLARI(çev. Melih Yürüşen)
Comments